İlkokuldayken Tanrı’nın kim olduğuna, nerede yaşadığına ve hatta tuvaletini nereye yaptığına dair sorularım olduğunu hatırlıyorum. Ancak aldığım hiçbir cevabın beni tatmin etmediğini ve bana öğretilen Tanrı’nın eli sopalı, kızgın ve cezalandırmaya hazır yaşlı bir adam olduğunu hatırlıyorum. Çocuk aklımla bile bana yanlış gelen bu düşünceler yaşım ilerledikçe beni Tanrı’dan uzaklaştırdı. Eğer bir Tanrı varsa ve o Tanrı bizi cezalandırmayı seçiyorsa, bu dünyada bizi sürekli olarak sınıyor ve neredeyse başarısız olmamızı dört gözle bekliyorsa ben böyle bir Tanrı’ya inanamazdım. Eğer bu dünyada kendisini temsil etmek için seçtiği son kişi savaşıp ganimetler topluyorsa, kendisine bir ordu kurup işgal ediyorsa ve kendisinden olmayanları öldürmeyi emrediyorsa böyle bir Tanrı’ya inanmayı reddettim.
O zaman Tanrı yoksa, benim ve bütün evrenin yaratılışı nasıl gerçekleşti? Bir süreliğine bunun cevabını en iyi verebilen tek şeyin bilim olduğunu düşündüm. Darwin ve evrim teorisinden başlayarak elime geçen her kitabı okudum. Dünyanın nasıl işlediği, canlıların davranışları, toplulukların ve kültürlerin gelişimi hakkında çok fazla okuma yaptım. Bir mühendislik öğrencisi olarak zaten başka bir şeye inanıyor olmam saçma olurdu. Hayatım elbette bilim temelli olmalıydı ve benim varoluşumun bilim temelli bir açıklaması olmalıydı. Bir dönem için azılı bir ateisttim. Ancak zamanla bu bilimsel açıklamaların da bir yerde tıkandığını fark ettim. Evet, bu dünyada olan biteni insanoğlu zamanla birikimli ilerleyen bilim sayesinde açıklayabiliyordu. Bu evrenin sırlarını, üzerinde yaşadığımız dünyanın mekaniklerini yavaş yavaş anlıyorduk ve akıl yürütebiliyorduk. Ama herşeyin en başta nasıl başladığını tam olarak anlayamıyorduk. Bir çocuk parkındaki kum havuzunun içinde kumlarla oynamak gibiydi. Kumlarla deney yapıp bazı çıkarımlar yapmak mümkündü. Mesela kumların nasıl bir yapısı olduğunu inceleyip anlayabiliyordum. Islanınca nasıl davrandığını deneyerek bulabilirdim. Boyutlarını ölçebilir, farklı kum çeşitleri olup olmadığını da anlayabilirdim. Bir kum çeşidinin diğerine dönüşüp dönüşmediğini de gözlemleyerek bulabilirdim. Ancak bütün bu deneyler ve gözlemler kumların o havuzun içine en başta nasıl dolduğu konusunda bana bir fikir vermiyordu. Ama herşeyden önemlisi içimde dolmayan bir boşluk vardı ve bu boşluğun nasıl dolacağı konusunda hiç bir fikrim yoktu.
Daha sonra üniversiten mezun olduğumda, bir arkadaşımın çok garip bir soru sordu: ”Tanrı’ya inanıyor musun? Bence O’nun senin için bir planı var. Hem O’nu tanımak hem de planının ne olduğunu öğrenmek ister misin?” dedi. ”Eğer bir Tanrı varsa O’nu gerçekten tanımak isterim.” dedim. Arkadaşım ile birlikte düzenli olarak Kutsal Kitap okumaya başladık. Okudukça merakım arttı çünkü dünyanın ve insanoğlunun yaratılışından başlayarak devam eden bir hikaye vardı. Önceleri sadece bir hikaye gibi okuduğum Kutsal Kitap’ın gittikçe daha derin olduğunu farkettim. Benim hayata ve Tanrı’ya dair sorularımın cevaplarının burada olduğunu anladım. Ama beni asıl etkileyen Tanrı’nın şefkati ve sevgisiydi. Okudukça ve Tanrı’nın sevgisini gördükçe içimde birşeylerin değiştiğini farkettim. Eğer bir Tanrı varsa böyle olmalıydı: şefkatli, sevecen, çocukları için iyi tasarıları olan ve fedakar. Sahip olduğu gücün hakkını veren, onu kendi için değil, çocukları için kullanan, en sevdiğini biricik oğlunu feda eden bir Tanrı... Neyi bekliyorum diye düşündüm ve o gün vaftiz olmaya karar verdim.
Tanrı ile ilgili tüm sorularıma cevap bulmakla kalmadım, aynı zamanda da umut buldum. Artık ne olursa olsun, Tanrı'nın hayatım için bir planı olduğunu biliyorum ve O'na güvenebilirim.
Esenlikler Dileriz
İncil.App ile İncil'i kendiniz okuyun. İndirmek için buraya tıklayın veya her hangi bir sorunuz sayfanın aşağısında bulunan Messenger sohbet butonundan veya aşağıdaki bilgileri doldurarak bizimle iletişime geçebilirsiniz: